1 Ağustos 2020 Cumartesi

Bunu unutma

Seni düşündüm bugün. En sevgilinin nasıl da en düşman olabildiğini.

Dikiş tutmaz hale getirdiğimiz yaralarımızı

Arzuların öfkeye dönüştüğü o eşiği düşündüm.

Biraz seni belki de hep seni düşündüm bilemiyorum.

Bir günün kaç zamana tekabül ettiğinin farkında değilim.

Bir günün içinde bin asır yaşayabiliyormuş meğer insan

Bugün senin varlığını düşündüm yoksayıldığım yerden.

Sadakatsizliğimin konuşulduğu yerde sadakatsizliklerin bahsinin açılamadığı yerden

Her şeyin en doğrusunu yaptığını düşündüğün idealize edilmiş senden 

Adımın küfürmüşçesine yasaklandığı hayatını düşündüm

Kendimden çok sana üzüldüm

Kendimden çok seni sevdiğim gibi 

Kendimden çok seninle ilgilendiğim gibi

Yazık demedim bu sefer

En azından kendime kurmadım bu cümleyi

Gece yatarken vardı zaten sabaha huzursuz uyanacağıma dair işaretler

Uyandım ayıldım ve seni düşündüm

Dolunay yaklaşıyor belki de ondandır bu düşünce

Bazen beynimi bir tabancayla susturasım geliyor yalan yok hele de seni düşünmeye başlayınca

Bunu durduracak bir uyuşturucu yokmuş öğrendim

İlk değilsin

Bir kere daha olmuştu uyuşturucunun yetmediği beynimin susmadığı

O vakitler üç kişinin gücü anca yetmişti bunu başarmaya rızam olmayan bir yerde rızam olmayan bir şekilde bedenim üzerinden ruhum becerilirken

Şimdi tek başına birinin gücü yetebiliyormuş bunu kabullenmeye çalışıyorum

Bunun delirişini yaşıyorum bir güzel

Sonra sakinleşiyorum

Sakinleştiğim yerde duygusuzlaşıyorum

Zoru başardığını farkediyorum

İki kere ucube gibi hissettim ben kendimi bu hayatta

İki kere yedim nefreti 

İlk seferim fizikseldi

Sonuncusu sözel

Üç kişinin tüm bedeniyle yaptığını tek başına ve sadece dilinle yaptın sen

Umutsuzluğa düşer de işe yaramaz olduğunu düşünürsen sadece bunu hatırla

Sadece bunu

Dağıldım biraz

Her zaman dağılmaya müsaittim biraz.

Dağınıklığın içindeki yeni düzeni bir şekilde oturtup yoluma devam edebiliyormuş gibiydim.

Yine dağıldım bu aralar ama bunca dağınıklığın içinde umutlarımı nereye koyduğumu unutmuş gibiyim.

İhtiyaç anında bulunamayan kayıp eşyalarım olmuş meğerse umutlarım.

Umutlarımın kaybına yanarken mutluluğumu istedi canım. Yok. O da yok. Dağınıklığım cenazemmiş gibi, oturmuş sonsuzluğun içindeki sonumu izliyorum. Bir sigara daha yakıyorum. Bulunabilir her şeyin koca bir kayıp olduğu gerçeğine bakıyorum.şaşkınlık değil böyle durma sebebim. Kaybetmiş olmak üzüyor, sanki kazandığım bir şey varmış gibi. Koca koca laflar dökülüyor zihnime hiç birini anlamadığım. Tek bir söz ediyorum duman ciğerimle vedalaşırken, yazık oldu. Dumana da bana da. Üzülmüyorum, cidden üzülmüyorum sadece hırpalanıyorum olduğum yerde bir sonraki adımımı nereye basacağımı bilemiyorum bu dağınıklıkta. Neyi ezeceğimi neyi kirleteceğimi bilmemek zorluyor belki de. Şaşırmıyorum bu halime de bu dağınıklığa da kendim kaşındım biliyorum tek bir söz söyleyebiliyorum yarattığım bu dağınıklığın arkasından; Olur böyle şeyler.

16 Temmuz 2020 Perşembe

Yazamıyorum.

Bu sefer yazarak da anlatamıyorum derdimi. Nutkum tutulmuş gibi hissediyorum. Aynadaki kişiye şaşkınlıkla bakıyorum. Sahi ben miyim bu, tanıyor muyum ben bunu, hiç konuşmuş mutduk öncesinde? Cevapsız bırakıyor aynadaki kişi tüm sorularımı. Bir şeyin kırgınlığını yaşıyor besbelli. Tanımıyorum bu sefer suyguları gözünden, nefes alışı ipuçları vermiyor, suskunluğu be tepkisizliği anlatmıyor içindeki fırtınayı. Tanımıyorum ben bu aynadakini. Koca bir yabancı evin ortasına giriş yapmış boy aynasından. Evet yüzü tanıdık, vücudu da öyle ama ya duyguları!? Dokunmamışım duygularına uzun zamandır. Ne ister?, ne sever?, neleri özler?, kimi sever?, neyden kaçar?, neyi arar?, hiç sormamışım. İhtiyacını dinlememişim. Gözlerindeki kırgınlık bundandır belki. Kırılmış belli. 

20 Nisan 2019 Cumartesi

İçimde kalmasın

Anlatamadım..
Seni görme arzuma, sarılma açlığıma o kadar odaklanmıştım ki neyin neden olduğunu anlatamadım.Söz konusu duygular olunca suskun ve korkağım.Sözle anlatamam ben duygularımı en iyi ihtimalle utanır yine anlatamam.Ama en içten ben sarılırım, belki gözlerinin içind bakarak öperim, susarım yanında, en kötü ihtimalle yazarım. Bir sarılsak her şey geçecek inancıyla koşmak istedim sana.Sarılsam ve bugün geleceğimizin ilk günü desem belki de geçecekti.Korkularımı, şaşkınlıklarımı, kaçışlarımı, kontrolsüzlüklerimi hepsini ayağımla kapattığım kapının dışında bırakacaktım.Anlatacak sayısız şey varken gözlerini izleyecektim mesela, boynunun sıkılaşmasını bana uzanırken, ben seni izlerken senin beni izleyişini, hiç bir şey yokken ortada gülecektik belki.Sana ne kadar özlediğini soracaktım, ellerini açıp bu kadar diyecektin belki.Artık öfkelenmek yok diyemem ama öfkeliyken karar vermek yok diyecektim sana.Senden bağımsız seninleyken tekrardan ortaya çıkan korkularımdan bahsedecektim sana.O’nu anlattığında seni anladığımı.Anladığım için kızdığımı, kendine ben olsam da olmasam da bunu yapmaman gerektiğini bildiğim için belki de.Sana kızıp yerimden kalktığımda okları kendime çevirip sakinleştiğimi anlatırdım belki.”Bizden asıl şimdi olur” diyecek kadar da cesaretliydim.Yaşadıkların, yaşadıklarım hiç biri hiçbir yere gitmeyecek ayağımızın altında sarmaşıklar gibi duracaklar, bazen ayağımıza dolanacaklar diyecektim. Ama elinitutup seninle olunca çok da sorun değil demekte kararlıydım, inançlıydım.Yorgunsan dinleneceğin kucak, sınava gitmeden önce soru sordurulacak, komşulara birlikte çıkılacak, sokakta/sahilde yanyana yürünecek, koltukta uyumakta ısrar edecek kişi olmakta kararlıydım. Bir sarılsam geçecekti her şey. Pişmanlığımı da, sevgimi de, yanında olma arzumu da, sana susamış yorgunluğumu da anlatacaktım bir sarılmayla. Çok mu üzdüm seni diye sormaya utanıyorum.Belki sarılınca gönlünü de alacaktım.Her şeye hazırlamıştım seninle olmak için kendimi, sadece sen olacaktın mesela, ikimiz olacaktık aslında.Sen, mutlulukların, arzuların, isteklerin... Tüm isteklerine hazırlamıştım kendimi aslında... İsteğinin kendime iyi bakmak olması dışında.

17 Nisan 2019 Çarşamba

Çıngıraklı Dilber

Ahh... içimde bir yer var lavlar püskürüyor.Yasemin Mori dinlemenin bir anlamı vardı mesela.Yok sayıldıkça var olan bir şey kendisi.Hiç bir yere gidip her yere varan.Muz kadar ucuz neyiniz varsa onu fısıldıyor kulağa.Seviyor bu kadın, Mori gibi seviyor.Kendi ritminde, dünginliğinde,coşkunluğunda...Şarkı söylediğinde tüm fıskiyeleri havalandıran, Arjantin’i sevdiren, Gerenimo ile  yoldaş yapan bir şeyler olduruyor.Kozmik otobanda seyre daldırıyor başı boş galaksiyi.(kişi övmek yoktu hatırladım)Ama yine de PANAROMİCA COMA Dİ HELLFİRE

16 Nisan 2019 Salı

Hoşçakal Leydi..

Paris...
            Notre Dame...
Söyleyin Victor’a, Quasimodo’ya, Esmerelda’ya mabetleri, aşkları, sığınakları ateşlerin arasında kaldı.İçinde ölümlerin de olduğu çok fazla yangın gördüm ama bir çan kulesinin yıkılışı, bir çatının çöküşü...İçimden aktı gözyaşlarım.Paris sokaklarında Notre Dame için söylenilen ilahi olmak isterdim.Paris hanımefendisini kaybetti.Biz de heybeti ve asaletiyle önünde istemsiz eğildiğimiz güzelliği.Ruhunun yaşamasına izin verilen tüm eski güzelliklere aşığım.Hele o güzellik altın oranla ince ince işlenmiş bir güzellikse.İnanamadan baktım görüntülere “nasıl ya” diye haykırdı beynim. Gitmeyeceğini düşündüğümüz her şey gidebiliyormuş meğer.Betondan da olsa, canlı kanlı da olsa.Bir gidene daha bakakaldık gözyaşları, ilahiler, çığlıklar ve sessiz yutkunmalarla...

15 Nisan 2019 Pazartesi

D.

Kallavi konuşmuş şair; içimiz hep bir hoşçakal ülkesi.
Gidemeyenleri kucaklamışız, içimizden.Baktıklarımızın arkasında gölgelerini saklamışız buram buram.Gidemeyenleri kovmak değil kavgam, kendi içimden biliyorum ruhun yama tutmadığını.Delik deşik yerlerimin kapatanı ol demiyorum.Böyle beylik arzularım yok.Yaralarım kanamıyor.Kanayan ruh konuşur, benim ruhum suskun.Delinen yerlerimde üşüten bir soğuk var, ısıt demiyorum.Gidenlerin izini toplayacak değiliz.Bir hoşgeldin hevesi bendeki.Gidenlerin arkasından salladığın elde değil gözüm, bir elin boşta.Yoruldukça tutayım diyedir belki de.Küskünüzdür belki, özlemişizdir belki, belki tüketmişizdir.İçimdeki ölüyü dirilt demiyorum.Mezarlarını çiçeklerle süslemek de olmasın sorun.Ölüler de dinlenilebilmek isterler sonuçta.Fısılda, fısıldayayım..Kulağımdan içime ak, gözümün odağı ol beynimde uyan.İçimdeki yaraları iyileştirme, boşlukları da doldurma.Yeni, taze belki küçük, belki büyük kendine bir yer yap.Dokunduğunda biriken bir şeyleri hissedeyim.Büyüyen, dolan ama asla taşmayan bir şeyler.Biriktikçe içimi büyüten ama sıkmayan, baktıkça solmayan, dokundukça yanmayan...

Çok şaşırmadım bu sefer

Bu sefer acıtmadı.Şaşırtmadı da.Ben sevmeye karar verdiğimde karşı taraf çoktan gitmiş olur mesela, alışkanlık fena.Önce korkarsın “bu filmin sonunu biliyorsun” dersin.Sonra “aman be sahneler güzel olur belki” dersin.Bir bakmışsın birlikte çalıştığın rol arkadaşın başka bir oyunla sözleşmiş.Telaşa mahal yok.Tek kişilik tragedya da komedi de oynanabiliyor bu zamanda.Korku eşiğimi inceltmeye karar verdim.Eşiği geçerken olanın sadece bana olduğunu farkettim.Evet kimine göre çok daha fazla sevmiş olabilirim ama söyleme fırsatını da cesaretini de o kadar gösteremedim.Bu sefer sakinim, OHAL ilan etmedim.Oturduğum yerden kalkmayı düşündüm uzun zaman sonra.Baktığım pencere de oturduğum koltuk da az biraz sıkıntılıymış meğer.Kalabalığa karışmalı biraz.Unutmamalı; kimin nasıl bir günde, siz neleri geride bırakırken gittiği, aslında insanların birinden birine sürekli olarak gittiği.Affetmeli; gitmek için ihtiyaç duyulan bahaneleri, kaldığın boşlukta “peki şimdi ne olacak” sorusuna cevap alamamayı.Biraz da gülmeli; tekrar seveceğin gerçeğini hatırlayıp bu olayın saçma sapan güzelliğine.
Çok şaşırmadım bu sefer ama sanırım bu sefer çok yazacağım.

Bu nasıl sapiens

Neandertallar da bizimle dalga geçiyor mudur acaba? Erectusların geçtiğine eminim.Tanrıla ateş istiyordu diyebilecek kadar üstün bir bir ırk mıyız yoksa?! Bu ölümler tanrılara lanet okutur muydu? Okurlardı heralde.Hayır, iç güdüsel olsa bile olması gereken bu değil mi? Yoksa ben mi insani diyerekten yanlış duygular besliyorum içimde?Ben olsam utanırım, bu nasıl benim gelişmiş versiyonum diye bir neandertal ya da erectus olsam.Samimi olalım sapien ırkı ellerini attıkları her şeyi bok etmekle ünlenecekler(zavallı mars).Kendi sapkınlıklarını görmeden iktidarın verdiği yetkiye dayanarak gezegenin yarısını sapkın, yetersiz ve gereksiz gören yöneticiler besledik.Yetmedi ağzı olanın konuşmasına da izin verdik.Başımıza gelmeme ihtimali olan tek bir şey daha yok gözümde ya da gözümüzde.Türümden kurtulup doğaya karışmayı seçsem sapiens salaklığı olan kolektif mutluluk denilen ahmaklığa hasret kalacam.Ülkeyi yönetemediğini farkedenler koltuktan kalkmak yerine yönetileni ortadan kaldırmaya karar verdiler.Karakter gelişiminde bir açıklaması vardı ama unuttum adını.Tüm günü depresyon denilen samimi arkadaşımla geçirip, sabah ezanının rahatsız edici sesiyle de türümüzün genel olarak boktanlığını farketmiş bulundum.Bin yıldır ısınmayan gezegeni kaynayan kazana çevirdik, yetmedi öze dönme çabası derken olayı bir adım ileri götürüp medeniyet seviyemizi erectuslara eş duruma getirdik. Uçak üreten erectusa sapien denir olduk. Teknolojiyi ilerletip medeniyeti nasıl gerilettik bu da ayrı bir sorunsal.Kendi kendine soykırım uygulayan başka kaç tür var gezegen üzerinde.Ölümlerin ihmali olmadığı için oturup derin nefes almamızı bekleyecek seviyeye nasıl düşürdük zeka evrimimizi?!Yoksa sarmal bir döngüde en baştaki halimize dönüp dönüp genişliyor muyuz?
Sahi biz ne yapıyoruz!?!?
 İhmal yok dedi bir bakan günümüz erectus zekalı sapiens görünümüyle yanmış çocuk bedenlerini anlatan bir haberde.Çocuk, sayının önemi yok.Uyudukları yerde hiç suçları olmayan bir sebeple  hem de üstlerine kapılar kilitliyken öldü o kadar çocuk. Ölmedi, yandı.Gözlerim kararıyor düşününce.Neandertal olsam utanır, tanrı bellediğim ateşi karartırdım.sapiens denilen üstün türler ne yaptı?! Ateşi kutsadı, yanışa tanrının hikmeti dedi.Tanrının hikmeti üstüne olsun diye haykırmak istiyorum!!! Ama kime? Nöronlarında en ufak bir hareket olmayan sözde yöneticiye mi? Yoksa ondan daha umutsuz tebasına mı? Ekosistemde yankılanmaktan öteye gitmeyecek sesim farkındayım.Dolup dolup taşıyor benim gibi hissedenler. Küfürler, beddualar, akıl vermeler uçuşuyor dört bir yanda. Yananların namusuyla yanmasından memnun insanlar gördü bu gözler.Daha ne görse şaşırır ki?Utandım kendimden, türümden, ateşten. O ateş de utanmıştır eminim.
Utanmayanların uyanması olsun dileğim.

14 Nisan 2019 Pazar

sıyırdı bu çocuk

Bilek kestiren yazılar yazdığımı biliyorum(bir zamanlar). Ağla  ağla nereye kadar dedim kendi kendime. Bu zamana kadar söylediğim en orantısız mantık içeren cümleydi bence.Bu yazıyı yazıyorum çünkü uslanmıyorum. Dönüp dönüp okurum artık.
Dedim ki;
 Ağlak yazılar yazma artık.Bırak eski hüzünler gözünün ucunda, elinin altında, sayfanın sonunda kalsın.”Sevmedin mi be hiç?” diye gaflet yüklü bir cümle kuran  olursa gözüne sokarsın.Birisi ağlatabildiğine göre kesin bir ara güldürmüştür.Onları yaz(güldüreni bulmak da mesele tabi). Yaz. Konuşunca kırıyorsun, gidince kaçırıyorsun ama yazınca okutuyorsun. Yaz evladım, yaz güzel çocuğum, insanı delirtme de yaz.
Güzel demişim bu burada dursun.